ÖZÜRLÜNÜN TOPLUMA DAYALI REHABİLİTASYONU

Gelecek yüzyılda çeşitli nedenlerle nüfus içindeki oranı artacağı bilinen özürlülük hali, cemiyet hayatında toplumdan dışlanma, utanma ve önyargının en yaygın nedenlerinden birisidir.

YENİ KANUN EŞİĞİNDE ÖZÜRLÜLER İÇİN ÇOK ŞEY YAPMAYA ÇALIŞIRKEN NE YAPACAĞIZ ?

KAYNAKLAR BOŞA MI AKACAK  ?

Prof.Dr.Selma METİNTAŞ

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi

Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

ve

SOMET Zihinsel Gelişim Derneği  Projeler Kordinatörü

Eskişehir

Gelecek yüzyılda çeşitli nedenlerle nüfus içindeki oranı artacağı bilinen özürlülük hali, cemiyet hayatında toplumdan dışlanma, utanma ve önyargının en yaygın nedenlerinden birisidir. Gelişmiş ülkelerde sorunun çözümü için sosyal politikalar çerçevesinde sürekli yeni arayışlar ve çözüm organizasyonları geliştirilerek fertlerin ve ailelerin üzerindeki yük çok ciddi ölçüde azaltılırken, ülkemizde olduğu gibi gelişmekte olan birçok ülkede de “özürlülerin genel insan hakları ve sağlık sistemi içerisindeki rehabilitasyonunun geliştirilmesi” ne yönelik politikalar bulunmamaktadır. Halbuki dünyadaki özürlülerin %90’ı gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Dolayısıyla hem küresel boyutta hem de yerel cemiyet boyutunda oluşturulacak sosyal politikalarda bu oransal dağılımın mutlaka dikkate alınması gerekir. Aksi halde zaten bir çok ve sürekli değişen sorunlarla baş etmek zorunda olan gelişmekte olan ülkeler, hiç hesaba katmadıkları çapta yüklerle karşılaşabilirler. Çünkü bir özürlünün en az iki bakanının hayatını etkileyebileceği dikkate alınırsa ve o cemiyette bakım – rehabilitasyon hizmetleri yetersiz ise, özürlü sayısının en az 2-3 misli bir iş – zaman kaybı ve psiko-sosyal yükü ile karşı karşıya kalınabilir. Cemiyet hayatını bütün boyutlarıyla bugünden yarına etüt ederek planlayabilen gelişmiş ülkelerin bilincinde oldukları gerçek esasen bu “geniş etkilenim alanı” idi.

Gelişmekte olan ülkelerde sorunun bu temel özelliğinin bile tam farkına varılamamış iken, gelişmekte olan ülkelerde “özürlülük sorunu”, artık daha da farklı biçimde, bir “insan hakları sorunu” olarak algılanmaya ve yorumlanmaya başlanmıştır. Yani “insan hakları herkes için vardır ve aynıdır” anlayışı… Öyle olunca, özürlünün özür niteliği ve şekli ne olursa olsun, onun da normal insanların yaşam ortam ve biçimlerinde yer alabilmesi sağlanmalıdır; kendi yapamıyorsa cemiyet ona bunu yaptırmalıdır; o şimdilerde çok amaçlandığı ve mutlaka yapılmaya çalışıldığı gibi bir bakımevinde, bir özürlüler köyünde veya rehabilitasyon merkezlerinde sıkıştırılıp, barındırılmamalı; o cemiyetin tam içinde ve canlılığında aynen yer almalıdır; o da normal evlerde ve kendine yeter biçimde yaşayabilmeli, nasıl yapabiliyorsa öyle alış veriş edebilmeli, eğlenebilmeli ve hatta yapabildiğince de çalışarak üretebilmelidir. İşte özürlünün böyle yaşayabilmesi, bunları yapabilmesi tam bir insan hakları sorunudur ve o cemiyet bunları o özürlüye yaptırmakla yükümlüdür. Bu amacı sağlayacak stratejiye verilen ad da “Topluma Dayalı Rehabilitasyon” dur.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün “sakatlar yılı” ilan ettiği 1981 yılının açılış toplantısında Raportör Ann Shearer “fiziksel ve psikolojik olarak sakat kişilere yardım etmenin topluma yardım etmek olduğu”nu hatırlatarak konunun uluslararası ortamda ilk ilkesel açılımını yapmıştır: ‘Özürlülere yardım etmenin, onları toplumun içine almanın ve çaresizlik sınırlarını kaldırmanın faydası özrü olmayan insanlaradır. Ama amaç sadece bu değildir; asıl olan özürlülüğün yalnızca özürlülerin yada ailelerinin karşı karşıya kaldıkları bir sağlık sorunu değil, sosyal boyutlarıyla toplumu yakından ilgilendiren ve tüm bireylerin ortak çabasını gerektiren bir insan hakları sorunu olarak ele alınması gerektiğini bilmektir”.

Yukarıdaki açılımı takiben, Dünya Sağlık Örgütü’nün Topluma Dayalı Rehabilitasyon programı üzerine çalışmaları “özürlüler dekatı” olarak anılan 1983-1992 yılları içinde yeni bir hizmet anlayışı olarak gittikçe yoğun bir biçimde ilgili gündemlere girmiştir. İlk değişik hastalık ve sakatlıkların kodlanmasında yapıldı. Ülkelere “International Classification of Functioning, Disability and Health (ICF)” kodlamasının kullanılması önerildi. ICF’in en belirgin özelliklerinden birisi, tıbbi rehabilitasyona muhtaç olan kişinin (hastanın, özürlünün) eksik yönlerini belirlemekten ziyade mevcut potansiyelini ve bu potansiyelin sosyal boyutunu ortaya çıkarmasıdır. ICF kodlaması kullanıldığında DSÖ, sağlık durumuyla ilişkili olarak sakatlığa bağlı her yıl 500 milyon sağlıklı yaşam yılı kaybı olduğunu hesaplamıştır. Bunun kalp krizleri, travmalar gibi çeşitli nedenlerle oluşan prematür ölümlere (vaktinden önce ölüm) bağlı olarak kaybedilen yılların yarısından fazla olduğunu göstermiştir. Bu açıdan ICF önemli bir problem hakkında uygun bir ölçek olmuştur .

Hastalık kodlamasındaki değişikliğin ardından özürlülük ile ilgili programlar geliştirilmeye başlanmıştır. Bu programların iki temel amacı vardır: “özürlü bireyler için fırsat eşitliği vermek” ve “özürlülerin yaşam kalitesini artırmak”. Söz konusu iki amacı ülke bazında işleyebilmesi için de vazgeçilmez iki gereklilik vardır: “Özürlüler ile ilgili ülke politikalarının oluşturulması” ve “Topluma Dayalı Rehabilitasyon anlayışının o ülkedeki birinci basamak sağlık hizmeti içerisine entegre edilmesi”.

Gelişmiş ülkelerde -imrendiğimiz ve bizde de olması için çok arzu ettiğimiz özürlü hareketlerinin sağladığı bakım, destek, işlevsel ve ekonomik bağımsızlık esasen özürlülere cemiyette eşit haklar getirememiştir. Bu sistemlerin çoğunda özürlülerin bakımı, şimdi bizde de yapılmaya çalışıldığı gibi “rehabilitasyon kurumları ve bakım evlerinin endüstrileşmesi” şeklinde olmuştur. Bu hizmet şekli ücretli profesyoneller tarafından, genellikle büyük şehir merkezlerinde veya kenarlarında, modern ve pahalı ekipmanlarla donatılmış, ilk bakışta göz alıcı ve saygınlık uyandırıcı olan rehabilitasyon merkezlerinde verilir. Ama gerçekte buralarda oluşturulan hizmetin Topluma Dayalı Rehabilitasyon kavramının doğmasına yol açan iki çok önemli eksiği olmaktadır: Bunlardan ilki “hizmetin ihtiyaç hissedenlerin ancak çok azına ulaşabilmesi”, diğeri ise “özürlülerin rehabilitasyon merkezlerine ve bakımevlerine kapatılması” dır. İlki sosyal ve maddi zorluklara dayanan bir yetersizlik, diğeri ise esasen tam bir “insan hakları sorunu” dur ve temel olarak bu sorunun bu esasta çözümü, özürlülük sorununun çözümünde tüm boyutları kapsayacak bir potansiyele sahip gibi gözükmektedir.

Bugün uygulanan şekliyle rehabilitasyon ve barınma merkezlerini içeren “Enstitü şeklindeki hizmetler” gerçekte insana değil, özürlü olması nedeniyle zımni olarak farklı bir varlık olarak kabul edilen kişiye, bir örnek tanımlamayla sanki “bir çeşit yaratıklara” hizmet verdiğini düşünen anlayış üzerine kurgulanmıştır. Özürlüler için ayrı servislerde hizmet verilmesi özürlülerle, herhangi bir zamanda özürlü hale gelebilme potansiyeline sahip toplumun geri kalanı arasında derin ayırımlar meydana getirebilmektedir. Çünkü bu hizmette, hizmet verilen özürlü psiko-sosyal ve kültürel varlığı ile kavranmamakta, sadece sakat olması nedeniyle temiz bakılan, iyi yedirilip içilen ve böylece zapt edilen “insan dışı” bir varlık olarak tanımlanmaktadır.

Topluma Dayalı Rehabilitasyonun temel hedefi, özürlülerin toplum içine tam katılımının sağlanmasıdır. Bunun için çok sektörlü bir çaba ile kavramlar hakkında görüş birliğine ihtiyaç vardır. Topluma dayalı kavramı, toplum sorumluluğu manasında alınmalı, Topluma Dayalı Rehabilitasyon ‘sosyal gelişmenin’ bir aktivitesi olarak kabul edilmeli ve toplumsal hizmetlerin planlanmasında öngörülen programların tümünün içine entegre edilmelidir. Bu süreçte bireyler ve toplum özürlü bireylerin yaşamını geliştirmek için aktif sorumluluk alırlarken, bu hizmeti çekirdek komite olarak çalışan profesyoneller destekler.

Öte yandan, kavramın çekiciliği kadar uygulanabilirliği henüz yeterince geliştirilmiş değildir. Bu stratejinin ortaya atılmasının üzerinden 20 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, henüz nasıl kullanılacağı, ne gibi programlar ve uygulamalar yapılacağı konusunda gerekli tüm kararlar verilememiştir. Çünkü topluma dayalı rehabilitasyon çalışmaları yeterli inceleme ve araştırmalara sahip değildir. Doğru olan şudur: İlgili araştırmalar lokal olarak hızla yapılıp, böylece elde edilecek verilerin özelliklerinin yol göstericiliğinde topluma dayalı rehabilitasyon için en uygun modeli her ülke kendisi için belirlemelidir.

Sosyo-kültürel olarak özürlü çocukları “Allah’ın kendilerine verdiği emanetler” olarak kavrayan, “birimizin derdi hepimizin derdidir” diye düşünebilen, cemiyetimizde, esasen yerleşim ve uygulama şansı çok çok yüksek olan ve tüm gelişmiş ülkelerde şimdi uygulanmaya çalışılan Topluma Dayalı Rehabilitasyon Hizmeti politikaları üretmek yerine, gelişmiş ülkelerin artık hızla terk ettiği “rehabilitasyon – bakımevi tarzı” çağdışı hizmet anlayışının idealize edilerek, buralara çok büyük yatırımlar yapılması yalnızca büyük kaynakların boşa harcanması demek olacaktır. Üstelik, herkesin “özürlüyüm ama ben de insanım, öyleyse insan hakları kavramı benim için de vardır” diyebileceği bir potansiyel daima varken. Unutmayalım “insan hakları teftişleri” bir gün siyasetin elinden kurtulup, sadece cezaevleri ve mahkemeleri denetleme riyakarlığında kalmayacaktır.

KAYNAKLAR

1. http://www.isec2000.org.uk

2. Brimblecombe F.S.W.: The needs of young intellectually retarded adults. British Journal of Psychiatry 1985; 146: 5-10.

3. Seyyar A: AB’de sosyal hizmetler kapsamında tıbbi rehabilitasyon uygulamaları. Birinci Sosyal Hizmetler Şurası. Nisan 2004, Ankara, sy: 437-447.

4. http://www.who.int/ncd/disability/programme.htm

5. http://www.eenet.org.uk

6. Ergün M: Sincan Plevne Mahallesi Toplum Temelli Rehabilitasyon Projesi.
http://www.ozida.gov.tr